Ne yazık ki günümüz çocuk terbiyesinde doğrular ve yanlışlar iç içe girdiğinden, anne babalar, çocuklarını terbiye ederken sağlıklı bir insanda bulunması gereken birçok özelliği de bilinçsizce köreltmektedirler. Bunların başında da çocuklarda yok edilmeye çalışılan "öfke" duygusu gelmektedir.
Öfke, doğuştan her insanda var olan, tehlikelere karşı o insanı korumak üzere programlanmış bir refleks davranıştır. Bilinenin aksine, öfke, sağlıklı her insanda olmazsa olmaz olan bir duygudur.
Güçlü güçsüz fark etmez, öfke anında insan vücudunda salgılanan hormonlar, kendisinden onlarca kere güçlü olan birini yere serebilecek kadar enerji kaynağıdır.
İnsan içinde taşıdığı öfke sayesinde, kendini sosyal hayatta güvende hisseder.
Öfke sayesinde, onurunu korumaya çalışır.
Öfke sayesinde, namusuna uzatılan ele karşılık verir.
Öfke refleksi kırılmış bir insan ise pençesi koparılmış şahin kuşu gibi korkak ve çaresiz olur.
İşte öfkesi sindirilen bir çocuk da kendisine yönelecek tehlikelere karşı kanatlarını açamaz. Dişlerini ve yumruklarını sıkamaz. Ses tonunu değiştirip hasmının üzerine yürüyemez... Böylesine önemli işlevi anne-babalar tarafından, çok defa "Çocuğum saldırgan davranıyor" diyerek sindirilmeye çalışılmaktadır. Oysaki öfke, çocuğu tehlikelerden koruyan, şahin kuşunun pençesi gibidir.
Öfke, Sosyal Hayatı Bilinçaltından Düzene Sokar
Bir kapkaççı, kendisinden çok güçsüz olan bir genç kızın çantasını çarptıktan sonra neden kaçar? Ya da hırsızlar ellerinde silah olduğu halde neden sessizce ve gizlice hırsızlık yapmaya çalışırlar? Çocuk tacizcileri, neden acele etmeden, adım adım ve sabırla planlarını yürütürler?
İşte tüm bunların altında yatan sebep, maruz kalınacak "öfkeden" korkudur. Gerek toplumun gerekse mağdurun öfkesinden korkan hırsız, yankesici veya tacizci, planladığı eylemi, öfkeye maruz kalmayacak şekilde uygulamaya çalışır. Farkında olunsun ya da olunmasın, her insanda potansiyel bir "öfke" duygusu olması, sosyal hayatın düzen içinde gitmesi için en önemli unsurlardan biridir ve insana musallat olabilecek birçok fenalığı yok etmeye yarayan koruyucu bir kalkandır.
Öfke, Çocukları Tacizden Koruyan Bir Silahtır
Yapılan araştırmalar ve pratik tecrübeler gösteriyor ki tacize uğrayan çocukların tacizcinin elinden kurtulamamasının en önemli nedenlerinden biri, "Çocuğun öfke duygusunu kullanamaması"dır.
Ne yazık ki anne babalar, bilerek veya bilmeyerek çocuklarını terbiye ederken onların doğal koruyucu kalkanı olan "öfkeyi" bastırmakta, yok etmekte veya kullanılamaz hale getirmektedirler. Öfkenin faydaları düşünülmeden, sadece zararları göz önünde tutularak uygulanan terbiye yöntemleri, çocukları kötü niyetli kişilerin tuzaklarına düşmeye fırsat vermektedir.
Tacize uğrayan çocuklarla yapılan röportajlarda, "Neden karşı koymadın?" sorusuna çocukların büyük çoğunluğunun "Karşı koyarsam bana kızacağından korktum" diye cevap verdikleri görülmektedir. Halbuki işte öfke, tam bu noktada devreye girmeliydi. Çocukların taciz anında yaşadıkları korku ve endişeyle öfke duygusunu kullanmaları, bağırıp çağırmaları, ortalığı birbirine katmaları gerekirdi. Ne yazık ki bu çocuklar öfke reflekslerini harekete geçiremedikleri için bir kuş gibi çaresizce tacizcilerin ellerinde kalmışlardır.
Tacize uğrayan çocukların aile yapıları incelendiğinde, aile içinde psikolojik ve duygusal baskı altında tutuldukları dikkat çekmektedir. Bu tür ailelerin, çocuklarının aile içinde öfke refleksini kullanmalarına müsaade etmedikleri görülmektedir. Halbuki aile ortamı bir jimnastik salonudur. Çocuk orada kendini geliştirecek, kendini o ortamda hayata hazırlayacaktır.
Tıpkı şahin kuşu örneğinde olduğu gibi, yanlış terbiye yöntemleri ile çocukların aile içinde, gagaları kesilir, kanatları yolunur ve pençeleri kırılırsa kendilerine yönelecek tehlikelere karşı tabiki karşı koyamayacaklardır.
Öfkenin Önüne Geçilmezse Zararlı Olmaz mı?
Çocuk terbiyesiyle meşgul bir anne babanın aklına bu yazıyı okuduktan sonra şu soru takılabilir:
"Çocukların öfkesinin önüne geçmezsek bu öfke yarın hem çocuğun kendisine hem de çevresine zarar vermez mi?"
Bu sorunun cevabına "Evet, verir" diyebiliriz. Eğer çocuk terbiyesinde, çocuğun öfkesini nasıl kullanacağı yönünde bir metot izlenmezse o takdirde, öfke, hem çocuğun kendisine hem de çevresine ciddi zararlar verebilir.
O yüzden burada sorulması gereken esas sorular şunlardır: Öfkede denge nasıl kurulur? Bir yandan öfke duygusunun önü açılırken diğer yandan da öfkenin gerektiği yerlerde kullanılması hangi terbiye metodu ile gerçekleşir?
Unutmamalıdır ki öfke bir duygudur. Akıl, öfkeyi önlese bile öfke, aklı bastırabilecek kadar güçlüdür. Bu nedenle, öfkeli bir insana sadece "aklını kullan", "sakin ol" demek bir anlam ifade etmeyebilir ya da "öfke anında derin nefes al ve 10' a kadar say" tavsiyeleri pratikte çok geçerli olmayabilir. Böylesi tavsiyelerin hele ki çocuk terbiyesinde hemen hemen kullanılması imkansızdır. Öfkeyi kontrol altına alıp dengeyi kurmak isteyenlerin sıkça yaptığı yanlışlardan birkaçıdır bunlar.
Mademki öfke bir duygudur, bu duygunun yok olmadan düzen içinde tutulmasının da yine duyguların yardımıyla olacağı açıktır. O halde, öfkeyi öldürmeden onu iç dünyada dengede tutacak olan duygu hangisidir?
"Öfke" zehir, "Vicdan" Panzehirdir
Öfke terbiyesinde, vicdan duygusunun kullanılması hayati önem taşımaktadır. Anne babalar, 4 yaşından itibaren çocuklarındaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidirler. Sadece bununla da kalmamalı, zaman zaman çocuklarını vicdan testine tabi tutup vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidirler.
Vicdan ve Öfke Dengesi
Öfke gelişir, vicdan terbiyesi unutulursa o çocuğun ileride bir baş belası olmaması işten bile değildir.
İşte bu noktada, çocuklarda öfkeyi öldürmeden vicdan hissinin nasıl geliştirilebileceğinden bahsetmekte fayda var. Bununla ilgili bir baba-oğlun diyaloğundan bahsetmekte fayda var:
Bir baba ile oğlu, rengarenk çiçeklerle bezenmiş, yüksekçe bir dağda geziniyorlardı. Çocuğun bir an ayağı bir taşa takıldı ve düştü. Canı yanan çocuk, ayağına takılan taşa öfke ile bağırdı:
- Allah seni kahretsin!
Çocuk birden bire, boşlukta, bir ses duydu:
- Allah seni kahretsin!
Çocuk korktu. Kimdi o bağıran? Neden kendisine böyle sesleniyordu? Çocuk, boşluğa doğru döndü ve seslendi
- Sen kimsin be?
Karşıdan cevap gecikmeden geldi:
-Sen kimsin be?
Çocuk kayalıkların arkasına gizlenmiş ve ortaya çıkmaya korkan biri olduğunu düşündüğü sesin sahibine öfkeyle yeniden seslendi:
-Sen bir korkaksın, korkak olmasan saklanmazsın, çık ortaya hadi.
Karşıdan gelen ses, pes edecek gibi değildi, o da çocuğa seslendi:
- Sen bir korkaksın, korkak olmasan...
Olanlara anlam veremeyen çocuk, korku ve şaşkınlıkla, babasına döndü:
- Baba, kim bu? Neden bana bağırıp hakaret ediyor?
Baba, gayet sakin ve tebessümle, sesin geldiği yöne doğru döndü ve :
- Seni çok seviyoruuummm, diye bağırdı.
Karşı taraftan aynı şekilde bir karşılık geldi:
- Seni çok seviyoruuummm!..
Çocuk şaşırdı:
-Ama baba, o kişi neden bana kötü söz söylüyor da sana seni seviyorum, diyor ki?
Baba, çocuğun saçlarını okşarken tebessümle cevap verdi:
- Buna "yankı" denir oğlum, sen ne söylersen ondan aynı karşılığı alırsın. Eğer sen onu sever ve sevdiğini söylersen o da sana sevgiyle karşılık verir. Eğer sen ona, bağırır çaığırır ve hakaret edersen hiç bıkmadan usanmadan o da sana aynı ifadeleri kullanır, dedi.
Çocuk utandı. Çünkü yankıya ilk kötü sözü o söylemişti. Eğer yankı o kötü sözü duymamış olsaydı kendisine kötü karşılık vermeyecekti. Çocuk o günden sonra kimseye kötü söz söylememeye yemin etti.
Çocuk, anne babasının yankısıdır
Çocuklar, anne babanın birer yankısıdır. Anne baba çocuklarına nasıl seslenirse çocuklar da anne babalarına aynı karşılığı verirler; tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi.
Çocuklar; özellikle ilk 4 yıl, anne babalarını taklit ederek hayatın kurallarını öğrenirler. Yeni doğan bir bebek, annesi yürüdüğü için emeklemeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durmak için bir şeyler yapmaya çalışır. Annesi konuştuğu zaman onun dudaklarına bakar ve kendi de aynı sesleri çıkartmaya gayret eder. Bütün yeni doğan bebekler, yeni bir insan olma yolunda bu kopyalama sürecini çok kısa sürede başarırlar ve ilk dört yaşa kadar öğrendikleri bu davranışları geliştirerek bir ömür boyu sürdürürler. Çocuk, bu taklit sürecinde, anne babadan sadece konuşmayı ve yürümeyi değil, hangi olaylara, hangi tepkiler vereceğini de öğrenir. Mesela anne, ayağının altına gelen bir karıncaya basmak üzereyken "Aman üzerine basmayayım yoksa karıncanın ayakları kırılır ve yuvasına gidemez" diyerek çocuğuna böyle bir davranış gösteriyorsa çocuk annenin bu hassas ve vicdani davranışını anında kopyalayacaktır. Dolayısıyla çocuklar, anne babaların sadece davranışlarını değil, vicdanlarını da kopyalarlar.
Anne babanın vicdanı, çocukların vicdanının tohumudur
Çocuklardaki vicdan duygusunun ilk ve temel şartı, anne babanın taşıdığı vicdanın hassasiyetidir. Anne babanın vicdanı ne kadar hassas ise çocuklar o hassas vicdanı, kendi vicdanlarının tohumu olarak gönüllerine ekeceklerdir. Anne babanın vicdanı ne kadar katı ve sertse çocuklar da o sertlikten nasibini mutlak surette alacaktır. Mademki anne babanın vicdanı, çocukların vicdanının tohhumu niteliğindedir, o halde anne baba kendi vicdanlarının ne kadar hassas olduğunu ölçmelidir.
Özellikle çocuk terbiyesine soyunmuş bir anne babanın, kendine soracağı en önemli soru şudur:
"Benim vicdanım ne kadar hassas?"
Ama kimsenin elinde vicdan terazisi yok ki kimin ne kadar vicdan sahibi olduğunu nasıl öğreneceğiz?
Yeryüzünde çok nadir insan vardır ki kendisine, "Ben çok vicdansız biriyim" diyebilsin. Kime sorsanız, kendi vicdanının hassasiyetinden bahseder. bir katil, vurup öldürdüğü kişinin çocuklarını gördüğünde yüreği sızlar ve "Şu yavruları görünce vicdanım dayanmıyor" diyebilir...
bir hırsız, çaldığı paraların bir kısmını yolda karşılaştığı bir dilenciye verebilir ve verirken "Şu insanları görünce vicdanım kanıyor" diyebilir. Örneği birazcık daha genişletirsek öfke anında annesine bağıran bir çocuğa, anne, "Çabuk çık odadan gözüm seni görmek istemiyor" diyebilir. Neden böyle yaptığını da "Onun iyiliği için yaptım tabii ki. Kuralları öğrenmesi gerek..." diye izah edebilir.
İşte bu son söz, kişinin kendi vicdanını tanımada en önemli ipucudur. Anne, "Ama ben onun iyiliği için böyle yaptım" derken kendi vicdanını susturmak için bir bahane söylemektedir. Vicdan o bahaneyi ne kadar kabul ederse içeride verdiği rahatsızlığı o oranda azaltacaktır.
Bir katil, bir adamı vurmadan önce içinde çılgınca itiraz eden vicdanını susturmak için bahaneler bulmaya çalışır:
"Ama o adam bana yanlış yaptı..." ya da "Ama o adamın yaşaması bu topluma zarar veriyordu..."; "Ama... Ama... Ama..."
Bahane, vicdanı öldürür
"Vicdanım ne kadar hassas?" diye merak ediyorsanız kullandığınız "ama" kelimelerine dikkat edin. Ne kadar çok bahane buluyor, ne kadar çok "ama" diyorsanız bilin ki o "ama" lardan sonra kullandığınız her sözle kendi vicdanınızı öldürüyorsunuz.
5 yaşındaki bir çocuğun öğretmeni tarafından demir sopa ile dövüldüğünü düşünün. Bu dayağın verdiği acı ile çocuğun baygınlık geçirmesi, her insanda farklı farklı vicdani tepki oluşturur. Vicdanlarda oluşan bu tepkinin farklılığı, olaya şahit olan insanın kendi vicdanına söylediği bahaneler adedince azalır. Örneğin, dayak yiyerek baygınlık geçiren bu çocuğun, aslında ne kadar yaramaz ve baş belası olduğunu bilen okuldaki başka bir öğretmenin "Böyle bir olayı kesinlikle tasvip etmiyorum; ama çocuk da gerçekten çok yaramazdı" dediğine şahit olabilirsiniz. İşte bu "ama" dan sonra söylenilen şeyler, vicdan sızısını azaltan birer "bahane"dir. Bahaneler, insan vicdanındaki sesi kesen birer "akıl cambazlığıdır". Duru bir vicdan, bahanesizdir. Hiçbir şeyden etkilenmeden karar verir. Hassas bir vicdandan çıkan ses, "Bir çocuğu döverek baygınlık geçirtmek, tek kelime ile vicdansızlıktır. Hem de ama' sız bir vicdansızlıktır" diyecektir.
Kişi kendi dünyasındaki vicdanı ölçerken olaylara karşı verdiği tepkilere ve bu tepkiler karşısında kullandığı kelimelere bakmalıdır.
Siz ha bire bahane üreten biri misiniz?Size sunulan her olaya, "ama" diye mi karşılık veriyorsunuz?
O halde, siz büyük bir ihtimal ki kendinize ve sizin insan gibi olmanızı sağlayan vicdanınıza karşı çok haksızlık yapıyorsunuz. Öyleyse çocuk terbiyesiyle meşgul bir anne-baba, ne kadar vicdan sahibi olduğunu sorgularken kendisini iyice gözlemlemelidir. Karşılaştığı ve vicdanını yokladığı olaylar karşısında, ne kadar çok bahane üretiyor, ne kadar çok "ama", "fakat", "ancak" gibi kelimelerle akıl cambazlığı yapmaya çalışıyor, dikkat etmelidir.
Unutmayın ki karşılaştığınız her bir olay karşısında vicdanınızı susturmayı alışkanlık haline getirmişseniz susturmaya çalıştığınız o vicdan, çocuğunuzun vicdanının çekirdeği olacaktır. Çocuğunuzun susturulmuş bir vicdan ile hayata ilk adımı atmasını ister misiniz?
Din, vicdanı besleyen şah damardır, suni davranışlar bu damarı tıkar
Din, vicdanı besleyen "şah damardır". Vicdan bu damardan gelen kan ile coşar ve hassasiyet kazanır. Dini duyguların zedelenmesi, aynı zamanda vicdanın da zedelenmesi anlamına gelir. Gerek aile içinden gerekse çevresinden samimi dini duygularla değil, suni dini söylemlerle beslenen bir çocuğun gelişmiş bir vicdan sahibi olacağını düşünmek hata olur. Anne babalar, çocukluk dönemini iyi değerlendirmeli ve hayatlarının bu safhasında, daha fazla çocuklarının samimi dini değerlerle tanışmalarına özen göstermelidirler.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder